22 Mart 2015

Charles Bukowski

"sarhoş olmayı hep sevmeye karar verdim. sıradanlığı alıp götürüyordu, sıradanlıktan yeterince sık uzaklaşabilirsen sıradan olmazdın belki"

"günlük hayatın sıkıntısından biraz silkeler insanı her şeyin aynı olmasından kişiyi bedenin ve aklın dışına çıkarıp duvara yapıştırır sanırım içmek ertesi sabah tekrar hayata dönülebilen ve her gün tekrarlanabilen bir intihar biçimidir"

"that's the problem with drinking, i thought, as i poured myself a drink. if something bad happens you drink in an attempt to forget; if something good happens you drink in order to celebrate; and if nothing happens you drink to make something happen."

beynim kaderime isyan ediyordu ve bu isyanı bastırmamın tek yolu içmek , içmek ve içmekti.

mahvolmuş hayatlar olağandır bilgeler için de ahmaklar için de. ancak o mahvolmuş hayat bizimki olduğunda, işte o zaman farkına varırız intaharların,ayyaşların,uyuşturucu müptelaları ve benzerlerinin. varoluşun menekşeler kadar, gökkuşağı kasırga ve tamtakır mutfak dolabı kadar olağan bir parçası olduklarının

iyi olurdu buradan ayrılmak, gitmek artık, nalları dikmek, bütün anıları terk etmek filan, ama kalmanın da bir tadı var: kendilerini afet sanıp şimdi kirli dairelerinde sabırsızlıkla melodram dizisinin başlamasını bekleyen bütün o yavrular, ve bütün o delikanlılar, yıllık'larda pürüzsüz ciltleriyle bir gün önemli biri olacaklarından emin emin sırıtan, şimdi polis onlar, daktilograf, sosisli sandviç satıcısı, tımarcı, toz zerrecikleri, kalıp diğerlerinin ne olduklarını görmek güzel - yalnız banyoya girdiğinde aynayı es geç ve sifonu çektiğinde arkana bakma.

"ne kadar kolay,bütün yapmam gereken zeki ve parlak olmak. gerizekalı olmasaydım onlar gibi olabilirdim: her yerdeki hünerli ve başarılı sihirli insanlar gibi!"

"ucubeyiz. bunu idrak edebilsek kendimizi sevmeyi becerebileceğiz belki.içimizde dolanan bağırsaklarımızla, birbirimizin gözlerine bakıp, "seni seviyorum," derken içimizde yavaşça karbona dönüşen bokumuzla ve birbirimizin yanında osurmayız. her şeyin komik bir yanı var"

izahı güç. aşk kötü bir sözcük fakat sözün tam anlamıyla, aşıktık. bir kadınla sevişmeden onu gerçekten tanımanın mümkün olmadığından hiç kuşkum yok. ve ne kadar çok sevişirseniz birbirinizi o kadar iyi tanırsınız. ve iş görmeye devam ediyorsa, bunun adı aşktır. iş görmez olduğunda da, başkalarından farkınız kalmamıştır. seksin aşk olduğunu söylemiyorum; nefret de olabilir. fakat seks iyi ise, diğer şeyler girer devreye-elbisesinin rengi, kolundaki ben, çeşitli bağlılıklar ve kopukluklar; anılar, kahkahalar ve acılar.

güzellik diye bir şey yok, özellikle insan yüzünde. fizyonomi dediğimiz şey. hatlar arası uyum söz konusudur, matematikseldir. burun fazla göze batmasın, yanlar modaya uygun olsun, kulak memeleri fazla iri olmasın, saçlar uzun. genellemelerden oluşmuş bir serap. kimileri bazı yüzleri harikulade bulur, ama gerçekte, son kertede, değillerdir. sıfıra eşitlenmiş cebirsel bir denklem. "gerçek güzellik", tabii ki, kişilikte yatar. kaşların biçiminde değil. pek çok kadın bana beni harikulade bulduklarını söylemiştir. oysa benim yüzüme bakmak bir kase çorbaya bakmaktan farksızdır.

"sabahın altı buçuğunda bir çalar saatin sesine uyanıp yataktan fırla, giyin, zorla bir şeyler atıştır, sıç, işe, diş fırçala, saç tara, başka birine büyük paralar kazandırmak ve sana tanınan fırsat için müteşşekkir olmak için berbat bir trafiğin içine dal. nasıl razı olunur böyle bir yaşama?"

''televizyon denilen bu orospu çocuğunu seyredip sıkıntını dağıtmaya çalıştığında, yalnızca kendini kötü daha da kötü hissediyordun. bitip tükenmeden birbiri ardına anlamsız yüzler geçiyordu karşından. içlerinde birkaç tane ünlünün de bulunduğu sonsuz bir aptallar resmi geçidiydi televizyon. eğlence programları güldürmüyordu, dramalar da dördüncü sınıf şeylerdi.''

"kızlar uzaktan iyi görünüyor, güneş elbiselerinde ve saçlarında parlıyordu. ama yakınlaşıp ağızlarından akan beyinlerini dinleyince silahlanıp yeraltına gizlenmek istiyordum."

''saatin alarmı var asla kullanmam. insanın düzenini içgüdüleri belirler. gerizekalı adamın teki bana para veriyor diye kalkacak değilim. bedenim ne isterse o olur. o şimdilik bir birayı tercih ediyor. evet sabahtan başlıyorum. alkolik ölsem ne yazar? hiç değilse kafam iyi giderim.''

"i'm tired of seeing female faces, boobs retouched by botox strabordanti by necklines in competition, ass show, high heels and fetish hard tricks and gestures by tramps, now no longer distinguishable from those of the trade.i want to see women with their femininity in soft and kind gestures, smiles, graceful movements seductive, but mentioned by sweet words and decided at the same time. original and new thoughts. i would like to see independent women, not the man to whom succubi offered their dignity, females from hearts of ice melted, companions and friends of man, free and sincere."

inanmayacaksınız ama hayatlarını ihtilafsız ve endişesiz geçiren insanlar var. iyi giyinirler, iyi yerler, iyi uyurlar. aile hayatı yaşamaktan memnundurlar. arada sırada üzücü şeyler gelir başlarına ama fazla etkilenmezler, çok iyi hissederler kendilerini genellikle ve öldüklerinde kolay ölürler, genellikle uykuda.

MAVİ KUŞ

yüreğimde çıkıp gitmek isteyen,mavi bir kuş var.
ama ben onun için çok sertim.
kal orda diyorum, kal!
seni kimsenin görmesine izin vermeyeceğim...
yüreğimde çıkıp gitmek isteyen,mavi bir kuş var.
ama ben onun üstüne viski döküyorum,sigaramı üflüyorum.
ve fahişeler, barmenler ve manavhiçbir zaman orda olduğunu bilmezler.
yüreğimde çıkıp gitmek isteyen,mavi bir kuş var.
ama ben onun için çok sertim...
diyorum ki;çök oraya, herşeyimi bozmak mı istiyorsun?
işlerimi altüst mü etmek istiyorsun?
avrupa'daki kitap satışlarımı sabote etmek mi niyetin?
yüreğimde çıkıp gitmek isteyen,mavi bir kuş var.
ama ben çok zekiyim.
sadece bazen geceleri dışarı çıkmasına izin veririm.
herkes uyurken...
derim ki,orda olduğunu biliyorum,üzülme...
ve sonra yine içime saklarım.
ama biliyorum şarkısını hafifçe mırıldanıyor.
ölmesine izin vermiş değilim.
ve biz gizli anlaşmamızla öylece,uyuruz...
ve bu bir insanı ağlatacak kadar hoş...
ama ben ağlamam.ya siz?


BUHRAN

çok fazla 
çok az 
ya da çok geç 

çok şişman 
çok zayıf 
ya da çok kötü 

kahkaha 
ya da gözyaşı 
ya da kusursuz 
kayıtsızlık 

nefret edenler 
sevenler 

ellerindeki şarap şişelerini sallayarak 
önlerine çıkanları süngüleyip 
kadınların ırzına geçen ordular 

ya da ucuz bir pansiyon odasında 
Marilyn Monroe'nun fotoğrafıyla yaşayan bir ihtiyar 

o denli büyük ki dünyadaki yalnızlık 
onu saatin kollarının ağır hareketlerinde 
bile görebilirsiniz. 

o denli büyük ki dünyadaki yalnızlık 
onu Vegas'ta, Baltimore'da ya da Münih'te 
yanıp sönen neon ışıklarında görebilirsiniz. 

insanlar yorgun, 
hayat tarafından cezalandırılmış, 
ya sevgiyle ya da sevgisizlikle 
sakatlanmış. 

yeni hükümetlere ihtiyacımız yok 
yeni devrimlere ihtiyacımız yok 
yeni kadınlara ihtiyacımız yok 
yeni yollara ihtiyacımız yok 
şevkate ihtiyacımız var. 

müşfik davranmıyoruz 
birbirimize. 
müşfik davranmıyoruz. 

korkuyoruz. 
nefretin gücü simgelediğini 
sanıyoruz. 
cezalandırmanın 
sevgi olduğunu. 

daha az sahte bir eğitim bize gereken 
daha az kural 
daha az polis 
ve daha iyi öğretmenler. 

bir odada 
bir başına acı çeken 
öpülmemiş 
dokunulmamış 
bir başına bitki sulayan 
olsa da çalmayacak 
bir telefondan yoksun 
insanın dehşetini unutuyoruz. 

müşfik davranmıyoruz birbirimize 
müşfik davranmıyoruz birbirimize 
müşfik davranmıyoruz birbirimize 

boncuklar sallanır, bulutlar örter 
köpekler gül bahçesine işer 
bir çocuğun kafasını koparır cani 
dondurma külahından bir ısırık alır gibi 
okyanus bir gelip 
bir giderken 
anlamsız bir ayın esaretinde. 

müşfik davranmıyor insanlar birbirine.